18 Şubat 2010 Perşembe

Aşk ve Cinsellik Üzerine;

İnsanoğlunun yaşamaya olan tutkusu ortadadır. Yaptığımız veya yapmak istediğimiz her şey aslında yaşadığımız veya var olduğumuzu hissetmek için bir mücadeledir. Bu mücadelenin en baş aktörü ise kuşkusuz yaşadığımız aşklardır. Bu aşklar sırasında hislerimiz artar duygularımız yoğunlaşır ve gerçek anlamda yaşadığımızı hissederiz. Peki, bizi bir diğer çiftimize çeken etkenler nelerdir? Bunun temelinde yatan gerçek nedir? Belki de karşı cinse olan tutkumuzun en belirleyici etkeni üreme arzumuzdur. Konu hakkında ünlü Alman felsefeci Schopenhauer “Bütün aşklar, istedikleri kadar uçarı, tensellikten, dünyevilikten uzak, ayakları yerden kesik görünsünler sadece cinsel dürtüde temellenirler. Evet, hatta bu âşıklık hali, sadece daha yakından belirlenmiş, daha özelleşmiş, hatta sözcüğün en dar anlamıyla bireyselleşmiş cinsel dürtüdür.”der. Ayrıca bununla yetinmeyip bu dürtülerin sebeplerini araştırmıştır. Bu yazımda konu hakkında duygusal yaklaşımdan bir hayli uzak Schopenhauer’ın bilimsel ve felsefi bazı değerlerini kendi fikrimle harmanlayarak sunmak istedim.

Belki de kadın düşmanı olarak değerlendirilen bir felsefecinin fikirlerini kendi fikrimle harmanlamak istemem birçoğunuza anlamsız gelebilir. Yinede ele aldığı ikili ilişkilerdeki hassas noktaları çok gerçekçi değerlendirmeler yaparak, ilişkileri fiziksel öğelerin temellerine oturtuşunu göz ardı edilemeyecek kadar kayda değer bulmaktayım.

Çiftleri birbirlerine bağlayan temel 3 özellik olduğunu düşünüyorum. Bunlar güzellik, tensel -kimyasal- uyum ve çiftlerin davranışlarını belirleyen karakterdir. Cinsellik yemek arzusuna çok benzeyen bir hazdır. Hayatım boyunca yemek ile cinsellik arasında ciddi bir bağ kurmuşumdur. Örneğin bir kadının güzelliği bir yemeğin görüntüsünün hoşluğuna, masanın zengin çeşidine ve iyi yerleştirilmiş olmasına, lokantanın dekorasyonuna, manzarasına ve seçkin muhitine benzetirim. Bazen bu özellikler çok iyi olmasına rağmen yemekte aranan belki esas özellik yani lezzet çoğu zaman atlanır. İşte burada da yemeğin lezzeti karşı cinsteki tensel uyuma denk düşer. Bazen salaş yerlerde harika lezzetleri tadabilirsiniz. Yani karşı cinsin fiziksel açıdan çokta güzel olmadığı noktalarda onun lezzeti -tensel uyumu- bu açığı kapatabiliyor. Bununla birlikte lokantanın içinde ki hizmetin kalitesi, garsonların müşterilerini sıkmadan takip etmeleri, onlarla gerekli nezaketi göstererek ilgilenmeleri karşı cinsin tamamıyla davranış biçimine benzemektedir.

İşte bu ve benzeri özellikleri Schopenhauer ile harmanlamanın nasıl olacağına bir bakmak istedim.

Ona göre çiftlerin bir birini seçerken -farkında veya değil- dikkatlerini çeken altı temel unsur üzerinden hareket etmeleridir. Bu temel unsurların genel dikkatin ilk düzlemini oluşturmaktadır. Dikkatimizi çeken bu unsurlar çoğu zaman bedenimizin bilincini duygusal bilincimizden daha dominant olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. İkinci düzlem ise psişik özelliklerle ilgili olan genel dikkatlerdir.

Şimdi ilk düzlemin altı temel unsurunu ele alalım.

Schopenhauer ‘a göre birinci unsur yaştır. Genel olarak seçtiğimiz çiftimizin yaşı çok önemlidir. Bir kadının yaşı adet görmesinin başlamasıyla bitmesi arasında ki döneme yayılır. Ancak kadınlar hususunda ki asıl tercihimizi, 18–28 yaş arasında ki döneme yöneltiriz. Bu yılların dışında ki hiçbir kadın bizi çekmez. Yaşlı, yani adetten kesilmiş bir kadına soğukluk duyarız. Güzellikten yoksun gençlik gene de çekicidir; gençlikten yoksun güzellik ise hiç çekici değildir. Burada bizi bilinç dışı yönlendiren maksadın, sadece üreme imkânıyla ilintili olduğu apaçıktır. Bu yüzden her birey, çocuk meydana getirmeye ya da hamile kalmaya elverişli dönemden uzaklaştığı ölçüde karşı cins için çekiciliğini yitirir.

Schopenhauer kadınların 30–35 yaş arasında ki erkekleri, aslında en muhteşem insan güzelliğini temsil eden gençlere bile tercih ettiklerini savunur. Felsefeci bunun nedenini ise şöyle açıklamaktadır. Onların zevkleri doğrultusunda değil de, söz konusu yaşlarda erkeklerin doğurtucu gücünün doruğunu fark eden kadınların içgüdülerinin yönlendiriciliğinde davranmalarıdır. Sanırım bu konuda Schopenhauer’a hak vermemek elde değil. Şimdilerde yapılan çalışmalarda da gözlemlendiği gibi kişilerin üremek için en verimli dönemleri yukarıda verilen yaşlar arasındaki dönemlerdedir.

Felsefecinin ikinci unsuru ise sağlıktır. Akut hastalıklar eğilimimizi ancak geçici olarak aksatırlar. Kronik hastalıklar ise eğilimimizi azaltmakla kalmazlar bizi ürkütürlerde. Çünkü bunlar çocuğa da geçerler. Genetik (kalıtımsal) rahatsızlıklar bizi karşı cinse arzularımızın düşmesini sağlar. Kalıtımsal rahatsızlığı bulunan bir erkeğe kadının çok arzu duymaması onun doğasında vardır.

Üçüncü unsur ise İskelet –kemik- yapısıdır. Felsefeci kemik yapısı türün tipinin temelini teşkil ettiğini, Yaşlılığın ve hastalığın yanı sıra, bizi çarpık, bozuk bir beden biçimi kadar iten başka bir şey olmadığını söyler. Hatta olabilecek en güzel yüzün bile bu kusuru açığını kapatamayacağını iddia eder. Ayrıca iskeletin orantısızlığı, bozukluğunu -kısa boylu, tıknaz, kısa bacaklı, kambur- dışsal bir rastlantının –kazanın- sonucu olmayan aksak bir yürüyüşün bizi olumsuz yönde çok güçlü etkilediğini savunur. Buna karşılık olarak dikkati çekecek kadar güzel bir vücut yapısının, bütün kusur ve eksiklikleri telafi edebildiğini de açıklar. Schopenhauer böyle bir bedenin bizi hayran bırakacağına inanır.

Dördüncü unsur etin belli bir dolgunlukta olmasıdır. Anlayacağınız, cenine bol bol besin sunulacağına işaret ettiği için, vejitalif yapının hâkim durumda olması temeldir der. Bu yüzdende fazla zayıflığın bizi belirgin biçimde ittiğini savunur. Dolgun bir kadın göğsünün erkek cinsi üzerinde müthişi çekici bir etki yarattığını, çünkü bunun kadının çocuk doğurma işleviyle doğrudan bağlantılı olduğunu, yani yeni doğacak olana bol bol besin verebileceğinin belirtisini taşıdığını düşünür. Schopenhauer ayrıca aşırı şişman kadınların çekici olmadığını aksine tiksindirici duygu uyandırdığına inanır. Bunun nedenini ise yapısal özelliğin uterusun –rahim- atropi’sine –beslenme yetersizliğine- yani kısırlığa işaret etmesine bağlar. Bunu kafamızla değil içgüdümüzle sezdiğimizi söyler.

Beşinci unsur yüz güzelliğidir. Burada da kemik yapısının parçalarını göz önünde tuttuğumuzu savunur. Bunu şöyle açıklar. “genel olarak asıl dikkatimiz güzel bir burna çekilirken, kısa, kalkık burun her şeyi mahveder. Sayısız kızın hayat mutluluğunda, burnun alt ya da üst tarafının küçük bir eğikliği, tayin edici olmuştur. Üst çene küçüklüğüne bağlı küçük bir ağız, hayvandan farklı olarak, insan yüzünün kendine özgü karakteri bakımından çok önemlidir.”der. Öne çıkık bir çenenin –mentum prominulum- sadece cinsimizin karakteristik bir özelliği olduğunu aktarır.

Altıncı unsur ise güzel gözler ve alınlardır. Felsefeci bunların fiziksel özelliklerle, ama asıl anneden kalıtım yoluyla edinilen entelektüel nitelikler ilintili olduğuna inanır. Birinci unsurda felsefecinin savunduğu gibi kadınların erkeklerin genç yaştaki güzelliklerinden ziyade 30–35 yaşlarında ki hallerini beğendiklerini hatırlatırım. Ona göre kadınlar erkek güzelliğine çok az önem verirler. Hele de yüz güzelliğine. Bunu, çocuğa verme sorumluluğunu –yani yüz güzelliğini- sanki sadece kendileri yükleniyorlarmış gibi bir durum söz konusudur. Esasen kadını erkeğin kuvveti ve buna bağlı cesareti elde eder. Çünkü bu özellikler, sağlam çocukların ve aynı zamanda da onları cesur bir koruyucusunun var olacağının belirtisidirler. Erkeğin çocukla ilişkilenebilecek, ona geçebilecek her türlü bedensel bozukluğu, türün tipinde her sapma, erkekteki kusurların kadında bulunmaması, ya da hatta kadının tam tersi yönde –kusurları taşımama bakımından- ondan çok ileride olması nedeniyle, üreme sırasında kadın tarafından ortadan kaldırılabilir. Yani etkisizleştirilebilir. Kadının aşamayacağı istisnai özellikler, erkeğin cinsine özgü olanı, dolayısıyla da annenin çocuğa veremeyeceği özelliklerdir. Bu özelliklerin arasında iskeletin erkeksi yapısı –geniş omuzlar, düz bacaklar, kas gücü, cesaret, sakal, vs.- yer alır.

Schopenhauer kadınların, çoğunlukla çirkin erkekleri sevmelerini bu şekilde yorumlar. Ayrıca kadınların bu tür erkeksi özellikleri taşımayan erkeklere hiç âşık olmadıklarını iddia eder. Buraya kadar olan birinci düzlemin genel değerlerini –dikkatlerini- içerdi.

Şimdi ise ikinci düzleme geçelim bu da psişik özelliklerle ilgili olan dikkatlerdir. Schopenhauer kadının erkeğin babadan kalıtım yoluyla kendisine geçmiş olan yürek -gönül- ve karakter özelliklerinin çekimine sürekli olarak kapıldığını savunur. Bununla birlikte kadının kazanılmasında etkili olan başlıca özellikler irade sağlamlığı, kararlılık ve cesaret, ayrıca iyi yüreklilik ve dürüstlüktür der. Buna karşılık erkeğin entelektüel fazları –avantajları- kadının üzerinde öyle doğrudan ve içgüdüyü etkileyecek zorlama ve güç uygulamazlar çünkü bunlar babadan geçebilecek olan özellikler değillerdir. Kavrama yetisi yetersizliği kadınlara erkeği arzulama hususunda zarar vermez. Tersine belki ağır basan zihinsel güç ya da dâhilik bir anormallik olarak kadının üzerinde elverişsiz etki bile yapabilir savını savunmaktadır. Bu nedenle sıklıkla çirkin, budala ve kaba bir erkeğin, iyi yetişmiş, eğitimli, zihinsel yetenekli, akıllı ve sevimli bir adamı kadınlar karşısında saf dışı etmesine bağlar. Hatta bazen erkek kaba, güçlü, kifayetsiz kadın ise hassas ruhlu, ince düşünen, eğitimli, iyi yetişmiş, estetik duygulu olabileceğini söyler. Ya da kadın dahi ve bilgin erkek ise kaz kafalı olabileceğini düşünür.

Bu bağlamda entelektüel yanlardan çok farklı yanların göz önünde tutulmasıdır. Evlilikte hedef entelektüel bakımdan eğlenmek değil, çocuk meydana getirmektir. Bu da yüreklerin –gönüllerin- bir ittifakıdır kafaların değil. Kadınların bir erkeğin aklına kültürlülüğüne âşık olduklarını ileri sürmeleri, budalaca, gülünç bir iddiadır. Ya da yozlaşmış bir varlığın fantezisinin ürünüdür. Erkeklerin içgüdüsel aşklarını ise kadının karakter özellikleri belirlemez. Bundan ötürü bu kadar çok Sokrates kendi ksantiphe’sini bulmuştur.

Schopenhauer buraya kadar iki düzlemde değerlendirilmiş genel dikkatleri temel almıştır. Şimdi onun bireysel dikkatlerine yönelelim. Ben biraz bunu benim Tensel- kimyasal- uyumuma benzetiyorum. Bizde olmayan şey değerlidir. O yüzden eksikliklerimizi karşı taraftan alacağımız genlerle tamamlamamız gerekmektedir. İşte bunu Schopenhauer şöyle açıklamaktadır. “Bu mutlak –genel- değil de nispi yanlara yönelmiş değerlendirmeye dayalı bir seçme, o sadece mutlak olandan hareket eden seçmeden çok daha belirli, kararlı ve sadece tek, belli bir yana yöneliktir. Bu nedenle, asıl tutkulu aşkın kökeni, kuralda göz önüne alınan bu nispi yanlarda, sıradan, bildik, eğilimin kökeni de mutlak olanlarda yatacaktır.”der. İşte buna bağlı olarak büyük tutkuları ateşleyegelenler, özellikle normlara uygun, kusursuz güzellikler olmamışlardır. Böyle gerçek tutkulu bir eğilimin doğabilmesi için, ancak kimyasal –tensel- bir metaforla ifade edilebilecek bir şeye ihtiyaç olduğunu savunur. Sonra Schopenhauer her iki kişinin asit ile alakalı metal gibi birbirlerini nötralize edip nötr tuza dönüştürmeleri gerektiğini söyler.

Devamı sonra gelecek yoruldum.

Not:

Belki birçoğunuz bu felsefecinin anlattıklarına katılmayacaktır. Ama inanıyorum ki henüz eş seçmemiş kişiler şimdiden bu değerlere kendi değerlerini ekleyerek eşlerini daha bilinçli seçmenin gayretini göstereceklerdir.