24 Haziran 2010 Perşembe

İlişkilerdeki Adalet

Birçoğumuz tanıdığımız insanların her gün aynı davranmadığına, bazı özel durumlarda beklenilenin aksine davranışlar sergilediğine şahit olmuşuzdur. Bazılarımız buna anlam veremezken, bazılarımız farkında bile değildir neler olduğunun. İkinci sınıf tipler için hayat öyle ya da böyle devam etmektedir, aldırmazlar onlar. Ancak olayların farkında olan hassas kimseler bu dengesiz tutumlar yüzünden ya çok acı çekerler ya dostlarını kaybedip dururlar. Sevdiğiniz birinin göz göre göre dengesiz davranması, davranmayla kalmayıp yapılan ikazları göz ardı etmesi ilk önceleri sizi kızdırsa da, ardından çoğu zaman yalnızlık hissi verebilir. Ve siz çoğu kez bu yalnızlık hissi ile yüzleşmek zorunda kalmış olabilirsiniz. Bu yüzden karşılaştığımız bu tutuma karşı direniriz. Hak etmediğimizi düşündüğümüzden, karşımızdaki ile çoğu zaman sonucu olmayan tartışmaların içinde buluruz kendimizi.

Önceden okuduğum bir yazıyı geçenlerde ziyaretime gelen bir dostumun hatırlatması üzerine tekrar okumak nasip oldu. Konu kafamda canlandı ve bir bedene ihtiyaç duyduğu için yazma iştahım arttı. Son zamanlarda maalesef çevremdeki insanların çoğunda gördüğüm bu zafiyet beni yazma hususunda kamçıladı. Şimdi izninizle birçok kişinin değer verdiği, bir o kadarının da önemsemediği ancak benim tüm hayatıma şekil verdiğini rahatlıkla söyleyebileceğim bir yazarın kitabından alıntı yapmak istiyorum.

Sadece bir yazar değildir kendisi. Bundan yaklaşık bin sene önce yaşamış olan bir din âlimi, bir filozof, bir kuran yorumcusu(müfessir), bir hukuk adamı, bir gönül ve fikir erbabıdır Gazali...

Gazali’nin yazdığı konulardaki hâkimiyetini bilen bilir. Ancak onu tanıma şerefine sahip olmamış, hakkında oradan buradan okuduğu yüzeysel bilgilerle yetinmeye çalışan kişilerin olumsuz tavrı beni derinden üzmüştür. İşin tuhafı son zamanlarda bu derme çatma bilgilerin bazı, işinin hâkimi olmayan akademik çevrelerde rağbet görmesi beni şaşırtmaktadır. Bu modaya ayak uyduran etiket sahibi kişilere ise cidden üzülüyorum. Gereken ciddi ilmi tahkik gösterilmeden başkalarının kitaplarından alıntılar yapılarak bir kişi asla karalanamaz. Biliyorum konuyu biraz dağıtmış olabilirim. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bu tür kişilerin çalışmalarını ilmi olmaktan çok uzak buluyorum ve akademik camiamıza kalitesizlik getirdiğini düşünüyorum. Bu akademik etikete sahip kişilerin televizyon önünde başka bir konuda aynı saldırıya maruz kalmalarını ise çok manidar buluyorum.

Alıntı yapmak istediğim kitap “Akidede iktisat (İnançta ölçülü olmak)” adını taşıyor.

“Tartışmayı büyütmeden ve aşırılığa kaçmadan onları Hakk'a (gerçeğe) yöneltmeye çalışılmalıdır. Eğer tartışma büyütülürse ve aşırıya gidilirse, sapıklığın gerekçeleri de arttırılmış olur. Metot bilmeyen kişiler, birçok yanlış bilgilerin, taassup ve aşırılık yüzünden kültürsüz kimselerin kalbinde yer etmesini sağlar. Çünkü bu kimseler, Hakk'ı sert bir tavırla ve hasımlarına dil uzatmak suretiyle ortaya koyarlar. Zayıf hasımlarına, alay ve hakaretle yaklaşırlar. Böylece zayıf hasımların içindeki muhalefet ve inat duygularını kamçılarlar. İçlerinde batıl inançların yerleşmesine sebep olurlar. Sonuç olarak; yanlışlığı açık olan bu batıl inançları yok etmek, güzel davranan âlimler için bir problem olmuştur.

Karşılıklı çekişmeler ve inatçılıklar, tedavisi mümkün olmayan müzmin bir hastalıktır. Dinine bağlı bir kimse, gücü yettiği kadar böyle bir hastalıktan sakınmalıdır. Kini ve kızgınlığı bırakıp Allah'ın bütün yarattıklarına merhamet gözüyle bakmalıdır. Bu ümmetten sapıklığa düşenleri irşat etmek için iyilik ve yumuşaklık yoluna başvurmalıdır. Sapıtanın, sapıklığını harekete geçirerek kabalıklardan kendisini koruması gerekmektedir. Taassup ve inadın devamlılığını sağlayacak sebepleri harekete geçirmenin, sapıklığın ve bid'atçılığın kökleşmesine yardım edeceği unutulmamalıdır. Kişi kıyamet gününde bu hareketinden sorumlu tutulacağını bilmelidir.”

Evet, Gazali bu yazısında karşımızdaki kişinin dengesizliğine karşı önce kendimizin dengeli yani adil durması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır. Esasında bu adaletin tahsis reçetesini de vermiştir. Öncelikle kişi, kendi davranışına hâkim olması gerekmektedir, karşı tarafınkine değil. İçsel adaleti yaşamadığımız takdirde bu dengesizlik karşılıklı devam edecektir. Gazali “Kutsal Merdivenler” kitabında merceği davranışlardaki adaletin temelinden içsel adalete çevirerek

Şüphesiz muamelelerdeki (davranışlarda) adalet, idaredeki adalet nefisteki ahlaka bağlıdır. Yani insanlar nefislerinde ne derece ahlaka sahiplerse, alış-verişlerinde davranışlarında ve idarede o derece adil olurlar. Demek ki muamelelerde (davranışlarda) ve idarede adalet, ancak nefislerdeki ahlakı güzelleştirmekle mümkün. Bu da 3 temel faziletin (avantajın) hikmet, cesaret ve iffetin insan vücudunda mutedil (dengeli) halde bulunuşuna bağlıdır. İnsanlar teker teker kendi nefislerindeki adaleti kurmadıkça, bir cemiyette, bir toplumda, bir memlekette adalet kurulamaz. Buna göre idaredeki adaletle muamelelerdeki adalet, nefislerdeki adaletin yani güzel ahlakın bir dalı durumundadır.”der.

Gel gelelim insanoğlu yinede bunu kabullenmek istememektedir. Çünkü o her türlü menfaati istemekten asla usanmaz [1] Kanaatimce ilişkilerin bozulmasının temelinde yatan, hale (olana) razı olmamaktır. Dengesiz davranan kişi dengesizliğinden bihaberken onu ikaz etmeye çalışan ise kendisine yapılan haksızlık yüzünden dengesini şaşırır, haddi aşar. İşte bu noktada kişilerin inisiyatifi elden bırakmamaları gerek. Kendisine yapılan haksızlığın intikamını terk etmek, hale yani olana rıza göstermeden olmaz. Peki, hale rıza göstermek nasıl olur? İslam peygamberi Hz. Muhammed “Ölmeden önce ölünüz”[2] demiştir. İnsan arzularının peşinde koşarken nefretlerinden de kaçar. Arzular bu ana ait değillerdir. Şayet bu ana ait olsalardı onları arzulamazdık. Yapıyor olurduk. O halde arzularımız gelecekte umduklarımızdır. Korkularımız ise olumsuz etiketlendirdiğimiz nefretlerimizdir. Onlar da geçmişle alakalıdır. İkisi de bu ana ait değildir. Bu duygulara sahip oldukça ya geçmişte yaşayacağız ya gelecekte. Alışkanlığımızın dışında nefretlerimize yönelip arzularımızdan kaçarsak, onları şekillendirmeye çalışırsak o zaman nötürleşmiş oluruz. Yani ne bir şey arzular ne de bir şeyden nefret eder, kaçar oluruz. Yerine bir şeyler koymak gerekmektedir. Çünkü bu hal içinde yaşamamız mümkün değildir. İşte bu noktada tüm kavgalara sebep olan “benlik” devre dışı bırakılıp yerine ilahi otorite getirilmeli. Tanrı(Allah) için sevmek Tanrı(Allah) için buğz(nefret) etmek. Kur’anın dediği gibi “Deki namazım, kulluğum, hayatım ve ölümüm âlemlerin rabbi içindir. “[3]

İnsan kendisini tüm bu anlatılanlardan uzak görebilir. Aslında evrene baktığımızda onun kevn (oluş) ve fesat(bozuluş) âlemi olduğunu görürüz. Var oluş ve bir bakıma yok oluş devamlı bizi takip eder. Bu harekettir. Bir nesne bir yerde sabit (sükûn halde) ise sonra hareket ettiğinde eski yerinden yok olur, o İntikal etmiştir. Orası değişmiştir, başkalaşmıştır. Kısacası hareket bir var oluş bir yok oluştur. Ya da bir başka deyişle; bir şeyin tam farkındalığı o şeyin bir var olması bir yok olmasıyla alakalıdır. “Eşya zıttıyla bilinir” denmesinin sebebi de budur. Arzularımız yerine nefretlerimizi, nefretlerimiz yerine arzularımızı koyduğumuzda belki bu zıtlıkları keşfedeceğiz. Karanlık olmadan gündüzü, ışığı çok zor idrak ederdik. Şimdi bilimciler Cern’de yapılan deneylerde de maddenin zıttını (Anti-madde) bulmaya çalışmıyorlar mı?

Var olduğumuz mekânın içinde, bu âlemin içinde şahitlik ediyoruz, bir var oluş bir yok oluşa. Belki de Tanrının bizzat kendisine şahitlik ediyoruz. Gazali’nin “Allah eşyanın (maddenin) en zahiridir(görüneni). Hatta bütün eşya (madde) zuhura gelmiştir”[4] demesinden kastı bu olabilir mi? işte bu noktadan bakıldığında, biz arzularımızın zıttı ile yani nefretlerimiz ile hasbıhal olduğumuzda kendimizi tam olarak keşfedeceğiz. O zaman tatmin olmuş[5] olarak hayata bakıp, bizi yıldıran duygularımızdan arınmış[6] olarak, olayları değerlendireceğimize gerçekten inanıyorum.

KZ

[1] لَا يَسْپَمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُسٌ قَنُوطٌ
İnsan menfaat istemekten usanmaz. Fakat ona bir şer dokundu mu
artık o ümidini kesip ye’se düşer. Fussilet (49)
[2]Ölmeden önce ölünüz
[3] قُلْ اِنَّ صَلَاتٖى وَنُسُكٖى وَمَحْيَایَ وَمَمَاتٖى لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ (En’am 162)
[4] İhyau Ulumid-Din /4.Cilt/6.Kitap/10.Beyan Marifetullah (Tanrıyı bilmek) hususunda insanların hatalı anlayışlarının sebebi- Bedir Yayınevi-Ahmet Serdaroğlu
[5] يَا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ اِرْجِعٖى اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً Ey emîn ve tatmin olmuş nefs (ruh)! Sen O'ndan, O da senden razı olduğun halde dön Rabbına. (Fecr 27-28)
[6] قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى Kendini arındıran kurtulmuştur. (A’la 14)

9 yorum:

  1. Tüm bu anlatılanlar hiç de uzak değil.Olanı hazmedemiyoruz bazen. Bazen kinimiz,öfkemiz,kendimizden kaçma isteği öyle karartıyor ki gözümüzü, uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz kendimizden, farkındalığımızdan, an'ımızdan.
    Çok vakıf olduğumu söyleyemem ama okuduğum kadarıyla İmam'da gördüğüm üslup-ki sizde de var-çok güzel.Iskalamak yok,hedefe isabet.İmam-ı Gazali'nin de bu üslubuna hayranım. En ufak bir ayrıntıyı atlamadan,nakış işler gibi işliyor.Nefisteki ahlak-Davranışlardaki adalet-Toplumdaki adalet.Söz dinleyen hastalara harika bir reçete bu.

    Çok güzel ifade etmişsiniz, çok beğendim yazınızı.Ellerinize sağlık

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Kaptan Zor;
    Şu yazdıklarınızın sizin şahsınızla birebir örtüşdüğü o kadar belli ki! Hani demiştiniz zaten en başta, "söylediklerimiz ile gerçekten tanınmış olsaydık çoğumuz aziz olurdu."
    Denge, empati, güzel ahlak üzerine paylaştığınız bu yazıyı okumak sabah sabah çok iyi geldi, tşk.ederim kendi, adıma.
    Yazı aralıklarının daha sık olmasını diledim :-)
    selam ve saygılar

    YanıtlaSil
  3. dilinizin akıcılığı ile tartışmasız tesir eden bir yazı..
    "ölmeden önce ölünüz" muhataplığını da hatırlattınız bana..
    aslında tüm tartışmanın kendimizle olduğunu ve sadece çözemediklerimiz den dolayı dışarıya saldırgan bir tutum ile iknaya uğraştığımızı da düşündürüyor. tüm karşılaşılanlar kendi iç yansımamız lakin ne var ki bu anda nasıl durabildiğiniz / ahlakınız ile şekilleniyor.
    tartışmasız okumaya açık günler temennisi ile.. paylaşımınız için çok teşekkürler..

    YanıtlaSil
  4. kendini tutmak, başkalarının farkında olmazlıklarını hoş görmek, onları incitmemek, yada hakkın olduğu halde bilmeyenlere haddini bildirmemek, sevgi nazarı ile onlara hak ettiğin edeple davranmak, arzuları ve nefretleri mezarlarında rahat uyutup an denilen ab-ı hayattan kana kana yudumlamak... Bana bir hadisi hatırlattın: " Allah bir kuluna hayır murad ederse unuttuğunu hatırlatan, hatırladığında ona yardımcı olan bir HALİL nasip eder". Teşekkürler KZ.

    YanıtlaSil
  5. güzel ve sürekleyici yazınız için teşekkür ederim
    bu yazıyı okuyunca bana fatihte arkadaşlarla yaşadığımız selam olayını hatırlattı
    yaşanan olay karşısında yorum ve düşüncenizi, 1 ay bekledikten sonra açıklamıştınız.
    öyle anlıyorumki ilişkilerdeki adaleti kişi kendinde oluşturmalı öncelikle...
    o zaman yapılan hamleler daha adil olacak kanatindeyim

    YanıtlaSil
  6. İlk baktığımda anlam verememiştim, farkedememiştim.
    Bu deniz kabuklarına bir daha baktım bugün. Baktım ve bir mana düştü aklıma - nerden geldiyse-, bir benzerlik kurdum. Ortada tek bir deniz kabuğu,dönüyor.Etrafındakiler de ona dönüyor.Dostlar geldi aklıma.Dostlar oturmuş, diz dize. Tek bir Güneş var, herkes ona dönüyor.
    Gerçekten çok güzel bir resim.Paylaştığınız için Teşekkürler..

    YanıtlaSil
  7. İnsan menfaat istemekten usanmaz. Fakat ona bir şer dokundu mu artık o ümidini kesip ye’se düşer.

    Burada yeis mi demek istediniz anlayamadım ye'se nin anlamını?

    YanıtlaSil
  8. Merhaba, Öncelikle yazımı okuyup yorum yaptığınız için teşekkür ederim. Duyarlı bir okuyucu olduğunuz için ayrıca sizi tebrik ediyorum. Sayenizde bilmeyen başka okuyucular da bilgilenecektir.

    "İnsan menfaat istemekten usanmaz. Fakat ona bir şer dokundu mu artık o ümidini kesip ye’se düşer." meeal olarak ayette geçen "ye'se" Türkçe yeis olarak kullanılıyor. Peki o halde burada bunu neden böyle kullandığımı sorabilirsiniz. Mealleri orjinal metinlerinden alıntı yaptığım için metne sadık kalmak istiyorum. Haliyle meal eski Türkçe ile yazıldığında eskiden kullanımı bu şekildedir.

    BKZ
    http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=yeis&ayn=tam

    http://www.google.com/search?sourceid=chrome&ie=UTF-8&q=ye%E2%80%99se

    YanıtlaSil