15 Eylül 2025 Pazartesi

Kusurdan Kemâle, Zulümden Nûra

Kusurdan Kemâle, Zulümden Nûra

    İnsan kusursuzluk hayaliyle yaşar ama hakikatte kemâle giden yol kusurlardan geçer. Kendi acziyetini, noksanını görmek insana tevazu ve arayış kazandırır. Nasıl ki çatlayan bir topraktan fışkıran filiz büyür. Aynı şekilde kırılmadan açılmaz gönül kapıları. Mevlânâ’nın dediği gibi “Aldığın yara, ışığın sana akacağı yerdir” – yani yaralarımız, içine ışığın sızdığı menfezlerdir. Kişi hatasıyla yüzleşince, kusurundan utanıp özüne döner; pişmanlığın yakıcı ateşi ham gönlü pişirir, olgunlaştırır. Kusur, böylece bir kemâl tohumu olur; hatasını bilen, Hakk’ı bilmeye bir adım daha yaklaşır.

    Zulüm ve haksızlık ilk bakışta zifiri bir geceyi andırır, fakat en karanlık gecelerden en parlak yıldızlar doğar. Bir mazlumun sabrı, bir haksızlığın ortaya çıkardığı vicdan ışığı nice güzelliklere kapı aralar. Zulmü tattığında adaleti daha derinden anlar insan; haksızlığın pençesinde kıvranırken merhametin ışığı gönlüne doğar. Unutma ki Mısır zindanlarında Yusuf’un nurunu gizlemeye kalkanlar, sonunda o nurun doğuşuna hizmet ettiler. Zulmün karanlığı, adalet güneşinin doğmasına gebedir. Nitekim “Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Gülmeler, ağlamalarda gizlidir” demişler . Yani sıkıntı ve karanlık, güzelliğin ışığını bağrında taşır; zulüm de nihayetinde hakikatin zuhuruna vesile olur.

    Her fitne ve bela, Hakk’ın terbiyesine talip olan insan için bir eğitimden ibarettir. Ateş nasıl altını arıtırsa musibet de kalbi arındırır. Rahat döşeğinde büyüyen nefs, terbiye olgunluğuna erişemez; tıpkı fırtınayla karşılaşmamış denizcinin mâhir kaptan olamayacağı gibi. Rabbimiz sevdiği kulunu bazen belaya uğratır, çünkü bilir ki bela, kulunu terbiye edip diriltir. Sabır, metanet, şükür gibi hasletler ancak fitne rüzgârları esince kök salar. Dışarıdan bakana kargaşa görünen imtihanlar, aslında iç dünyamızda ilâhî nizâmı tesis eder. Ateşin yakıcılığı olmasa İbrahim için güller açar mıydı? Sıkıntı gelmese insan, derdinin derman sakladığını nasıl öğrenecekti? İşte “Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş” sözünde ifade edildiği gibi, çoğu kez dert sandığımız şey içimizdeki cevheri işlemektedir.

    Dert, insanın cevherini saflaştıran bir ilahî iksirdir. Acılarla yoğrulmamış bir yürek, ham bir maden gibidir; dert çekmekse o madeni parlatıp elmasa çevirir. Her darbe, her imtihan bir ciladır. “Her sürtünmeye öfkelenirsen aynan nasıl parlayacak?” der Rûmî. Bu yüzden, hayatın çarklarında ezildiğini sanan kişi aslında yontulup biçimlenmektedir. Tahammül ve teslimiyetle sabreden, zamanla kendi özündeki saf iyiliği, sabrı, imanı parıl parıl görür hale gelir. Unutmamak gerek ki en güzel kılıçlar, en çok dövülen demirden yapılır; en lezzetli ekmek, en çok yoğrulan hamurdan çıkar. İmtihan ateşi, içimizdeki cevheri pasından arındırmakta, özümüzü saf altın gibi ortaya çıkarmaktadır.

    Öyleyse gam ve keder de boşa çekilmez; her kederin koynunda gizli bir feyiz, bir bereket vardır. Neşenin tohumları, keder tarlasında filizlenir. Yağmur yüklü bulut nasıl ağlarsa ardından toprak güler; insan da gözyaşı döktükten sonra ruhunda çiçekler açar. Mevlânâ, “Nerede bir dert varsa deva oraya gider; neresi alçaksa, su oraya akar” diyerek bu sırrı açıklar . Gözyaşları gönül toprağını yumuşatır, rahmet tohumlarını yeşertir. Üzüntüyle baş eğen kalp, Rahmân’ın merhamet sağanağına en açık duruma gelir. Nice hazinelerin haritası kırık gönüllerde çizilidir; “Ey sâf kişi! Defineyi yıkık yerlerde ara” diye boşuna denmemiştir . Yani en büyük feyiz, en derin hüzünlerin içinde gizlenmiştir.

    Her derdin, aslında gönül kapısını açan bir anahtar olduğu da bir hakikattir. İnsan acıyla kavrulunca kalbinin kapıları aralanır; kibir, gaflet ve dünya perdesi aradan çekilir. Dertsiz insan çoğu zaman kapalı bir sandığa benzer, içinde ne hazineler olduğunu bilmez. Dert geldi mi o sandığın kapağı kalkar, insan kendi içindeki hakikati görmeye başlar. Nice gafiller bir musibetle uyanmış, nice taş yürekler sancıyla yumuşamıştır. Kalbin kilidini açan en etkili anahtar, samimi gözyaşıdır. “Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah’ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar” buyurur Hz. Mevlânâ . Demek ki gönül yarasına merhem olacak ilk dokunuş yine Hak’tandır; kalp kapısı acıyla aralandığında, içeriye dolan rahmettir. İnsan en çaresiz anında “Yetiş Ya Rab!” diye niyaz ettiğinde bir bakar ki o kapı ardına kadar açılmış, içine sabır ve ümit ışığı dolmuştur.

    Bütün bu hakikatler bize tek bir yönü işaret ediyor: Zorluklar, acılar, sıkıntılar boşuna değil; hepsi bir kolaylığın, bir lütfun habercisidir. Kusurdan kemâl doğar; zulümden adaletin ışığı, dertten şifa, hüzünden sevinç doğar. Yeter ki insan sabırla, imanla beklemeyi bilsin. Karanlık ne kadar koyu olursa olsun, şafak vakti onu boğacak bir aydınlık taşır. Gece ne denli uzun sürerse sürsün, güneş doğmak üzere olduğunu müjdeler. Unutma ki tohum, karanlık toprağa gömülmeden filiz vermez; insan da sıkıntıya düşmeden rahmete ermez. Her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı vardır. Yeter ki yeise kapılma, darlıkta ümidini yitirme. Çünkü İlahi vaat açıktır ve haktır:

“ فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا”

“Şüphesiz, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi, 6. Ayet)


nefes


Anla kusurdan doğar ol kemâl,
Zulmden tulûʿ ider nûr-u cemâl.

Fitne ocağında pişer cism-ü cân,
Dert ile saf olur cevher-i insân.

Her gam içre hafidir bin feyz
Dertle açılır bab-ı dilde mey

KZ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder