31 Ağustos 2025 Pazar

İstikâmet - Rotasyon

 فَهٰذِهِ أَسْرَارٌ مَنْ ٱسْتَنْشَقَ مَبَادِئَ رَوَائِحِهَا عَلِمَ أَنَّ لُزُومَ ٱلتَّوْبَةِ ٱلنَّصُوحِ مُلَازِمٌ لِلْعَبْدِ ٱلسَّالِكِ فِي طَرِيقِ ٱللَّهِ تَعَالَى فِي كُلِّ نَفَسٍ مِنْ أَنْفَاسِهِ وَلَوْ عُمِّرَ عُمْرَ نُوحٍ، وَأَنَّ ذٰلِكَ وَاجِبٌ عَلَى ٱلْفَوْرِ مِنْ غَيْرِ مُهْلَةٍ

İşte bunlar öyle sırlardır ki, onların kokusunu daha başlangıçta içine çeken sâlik kul, isterse Nûh’un ömrü kadar uzun yaşasın, Allâh Teâlâ’nın yolunda her nefeste tevbe-i nasûhaya (samîmî tevbeye) sarılmanın zarûrî olduğunu bilir. Ve yine derhal, hiç gecikmeden, vakit kaybetmeden, tevbe etmenin muhakkak farz olduğunu bilir. 


Sırlar ve Rayihalar - Kalbin Rotasyonu:

Sırlardan maksat, kalpte açılan ilâhî idrak ve keşiflerdir. Bu rayiha bir kere hissedildi mi kul derhâl fark eder ki tevbe, ömür boyu bir defalık bir amel değil, her nefeste yenilenmesi lâzım gelen bir hâl-i pürmelâldir. Tevbe, dilin kuru kuruya bir tekrarı değildir; kalbin hakikate yönelişi, her solukta yeniden açılan bir kapıdır. Her nefeste kul ya gaflete düşer ya da zikre erişir; işte tevbe bu iki hâlin arasında bir tasfiye, bir temizlik, bir nefes köprüsüdür.

Bu hâl, rotasyon misali bir dönüşü hatırlatır. Rotasyon, belli bir merkez etrafında kesintisiz deverandır. Kul gafletle Hakk’tan uzaklaşır, sonra tevbe ile o merkeze, Rabbine rücû eder. Bu, sıradan bir dönüş değil, sonsuzluk merkezine, ezelî menşeine doğru yapılan bir rücûdur. Felekler nasıl kendi yörüngesinde dönerek vazifesini icra ederse, insan da tevbe ile ruhî yörüngesine oturur. Her dönüşte sapma murâkebe edilir, rota yeniden tayin edilir. Tevbe, sâlikin kalbinde Hakk’a dönüşün ezelî ritmidir.

ولو عُمِّرَ عمر نوحٍ” yani “isterse Nûh’un ömrü kadar uzun yaşasın” kaydı, ömrün uzunluğuna işaretle tevbenin zarûretini inkâr etmemenin lüzumunu bildirir. Zira Nûh’un bin senelik ömrü bile tevbenin her nefeste yenilenmesi hakikatini ortadan kaldırmaz. Çünkü her nefes yeni bir imtihandır ve her imtihan yeni bir dönüşü gerektirir.

Metnin nihayetinde yer alan “وأن ذلك واجب على الفور” “ Ve yine derhal, hiç gecikmeden, vakit kaybetmeden, tevbe etmenin muhakkak farz olduğunu bilir.”, ifadesi, bu hakikatin ertelenemez olduğunu ilan eder. Tevbe, yarına bırakılacak bir iş değildir; her günah anında, hattâ günahsız bir hâlde dahi, derhâl ve bekletilmeksizin icra olunması gereken bir farzdır. Gazâlî Hazretleri’nin İhyâ’sında beyan ettiği gibi, günahı geciktirmeden terk etmek farzdır; tevbe de aynı minval üzere vakitsiz, sür’atle yerine getirilmelidir.

Kur’ân-ı Kerîm de bu mânâyı açıkça emreder:

وَتُوبُوا اِلَى اللّٰهِ جَمِيعًا اَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey müminler! Hep birlikte Allah’a tevbe edin ki felâha eresiniz.” (Nur, 31)

Bu âyet, tevbenin sürekliliğini, topluca ve derhal yapılmasının ehemmiyetini ihtar eder.

Neticede tevbe, hakikatin çiçeği gibidir: her nefeste açar, fakat her nefeste yeniden sulanması gerekir. Bir nefes gafletle boş kalırsa, o nefes karanlık bir rayiha taşır. Tevbe ise her nefesi nurlu kılar, kalbi saflaştırır, ruhu Hakk’a yaklaştırır. Sâlik, her nefeste bu çiçeği yeniden koklamaya muhtaçtır.

Ve bilinmelidir ki marifetullah ufuk çizgisi gibidir; kişi yürüdükçe o çizgi ilerler, durdukça uzaklaşır. Sâlik, bu çizgiye kavuşmak için her nefeste tevbe ile yola revan olmalı, ufukta görünen ışığa doğru seyrini mütemadiyen sürdürmelidir.

Fikrim bu benim, virdim ise her lahzada âh,
Sen âh-ı ateş-sûzumu beyhude mi sandın?

Yeniler her âh ile Ken’ân-ı ahd-i elesti,
Âhım acaba nefha-yı hâbîde mi sandın?

Ken’an Rifâî
Nutk-u Şerîf


KZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder