Bir Gönle Yalanla Girilir, Lâkin Orada İkamet Almak Dürüstlük İster
Gönülden Vize Almak
Devletlerin, başka bir devletin vatandaşına kendi topraklarına girmesi için “vize” vermesi, günümüz siyâsetinde en bilindik prosedürlerden biridir. Her ülke, hududunu korumak, düzenini muhafaza etmek için bu şartı koyar. Vizesiz giriş ya mümkün değildir yahut sınırlı hâllerde mümkündür. Zîrâ devlet, kendi nizamına zarar gelmemesi için gelen kişiyi imtihan eder, belgelerini inceler, niyetini yoklar; uygun görürse ona bir mühür basar: vize. Bu mühür, yolcunun huduttan içeri girmesine izin verir.
Ne var ki, vize almak demek o ülkede dilediğin gibi ikamet etmek demek değildir. O vize çoğu zaman belirli bir müddet içindir, şartlara bağlıdır; ihlâl olursa iptale uğrar. Asıl oturum izni, uzun vadeli ikamet hakkı, daha ağır şartlara bağlanır: güvenlik, dürüstlük, sadâkat…
İşte gönül de böyledir. Bir gönle girmek için bazen tatlı bir söz, cilâlı bir ifade, hatta yalanın parlak görünüşü “giriş vizesi” gibi iş görür. Lâkin gönül ülkesinde daimî ikamet almak, orada bir hâne kurmak, ancak dürüstlük ve sadâkat ile mümkündür. Yalanla alınan gönül vizesi, kısa süreli bir misafirlikten öteye geçmez; süre biter, mühür iptal olur, kalp kapıları kapanır.
Nasıl ki bir devlet, kendisine zarar verecek unsurları hududundan sokmaz; gönül de hakikatte böyledir. Yalan, gönle sızsa da kök salamadan sökülür. Doğruluk ise güven telkin eder; kalbi mamur eder, gönül ülkesinde daimî ikamet hakkı sağlar.
Kur’an-ı Kerîm’de bu hakikat şöyle dile getirilir:
Bu ayet-i kerîme, hakiki vatandaşlığın sıdkla kazanıldığını haber verir. Zîrâ doğrularla beraber olmak, bir gönül ülkesine sadâkatle bağlanmak gibidir.