Hazreti Mevlânâ
Kaptan Zor'un Seyir Defteri
Çıkmış olduğum hayat yolculuğundaki duygu ve düşüncelerimi paylaştığım seyir defteri.
21 Kasım 2025 Cuma
14 Kasım 2025 Cuma
Boş bir odadaki ayna, kime ne fayda!
Aynanın Sessizliği ve Kalbin Aynası Üzerine
“Kalb, hakikati kabule meyyal latîf bir cevherdir; döner, değişir, yönelir.”
“Aynada ne görürsen gönlünde odur aslında,
Gönlü boş olanın aynası da bomboş durur yanında.”
Ayna hayal gösterir, fakat hayalin doğması için bir bakan lâzımdır. Kalb de Hak ile dolmadıkça, hakikat aynada görünmez. Odadaki boşluk, gönüldeki boşluğu; aynadaki sessizlik, hakikate yönelmeyen nefsi işaret eder.
Hakikati arayan için ayna bir yol olur; aramayan için sadece bir cam parçasıdır.
KZ
29 Ekim 2025 Çarşamba
Sülûk
Ey talip, insan, yürüdükçe kaderini bulur. Uyuyan kaderinde hapsolur, yürüyen kaderini şekillendirir.
Hacer yürüdü, su buldu; İbrahim yürüdü, dost oldu; Musa yürüdü, deniz yarıldı; Muhammed Mustafa yürüdü, miraç açıldı.
Safa ile Merve arasındaki o koşu, sadece bir annenin feryadı olarak telakki etme ey tâlip. Bu gayret, her insanın kendi çölünde hakikati arayışının timsalidir.
O çöl, bazen nefsin susuzluğudur; bazen kaderin imtihanıdır; bazen de insanın kendi kalbinde kaybettiği suyun, yani rahmetin peşinde bir arayıştır.
KZ
28 Ekim 2025 Salı
Ey talip, Eğer nefsini kesemediysen, nefesini kes
Kurbanın gözünün kapalı olması kurbandan değildir; kesenden, yani kurbanı sunandan gelir. Zîrâ İbrahim, İsmail’ine gözüne baka baka bıçağı indiremezdi. Çünkü kurbanın aslı, dışarıda bir canın değil, içeride bir benliğin kesilmesidir.
“Ah Ya Rabbi, İbrahim’in bıçağı kesmediydi, benimki kesti.Hikmetinden sual olunmaz, lakin kurbanım İsmail mi değildi?”
İmam Gazâlî Hazretleri der ki:
“Nefsin kesilmediği her kurban, hakikatte kesilmiş değildir.”
Nefsini Kesemeyen, Nefesini Kessin
İşte bu yüzden denilmiştir ki:
“Nefsini kesemeyen kul bari nefesini kessin.”
Hamuş: Sükûtun Hikmeti
“Hamuş, sen sus, sendeki konuşsun.Çünkü sen susarsan O sular;sen konuşursan O solar.”
Sükûtun Kurbanı
Son Söz
23 Ekim 2025 Perşembe
Gönülden Vize Almak
Bir Gönle Yalanla Girilir, Lâkin Orada İkamet Almak Dürüstlük İster
Gönülden Vize Almak
Devletlerin, başka bir devletin vatandaşına kendi topraklarına girmesi için “vize” vermesi, günümüz siyâsetinde en bilindik prosedürlerden biridir. Her ülke, hududunu korumak, düzenini muhafaza etmek için bu şartı koyar. Vizesiz giriş ya mümkün değildir yahut sınırlı hâllerde mümkündür. Zîrâ devlet, kendi nizamına zarar gelmemesi için gelen kişiyi imtihan eder, belgelerini inceler, niyetini yoklar; uygun görürse ona bir mühür basar: vize. Bu mühür, yolcunun huduttan içeri girmesine izin verir.
Ne var ki, vize almak demek o ülkede dilediğin gibi ikamet etmek demek değildir. O vize çoğu zaman belirli bir müddet içindir, şartlara bağlıdır; ihlâl olursa iptale uğrar. Asıl oturum izni, uzun vadeli ikamet hakkı, daha ağır şartlara bağlanır: güvenlik, dürüstlük, sadâkat…
İşte gönül de böyledir. Bir gönle girmek için bazen tatlı bir söz, cilâlı bir ifade, hatta yalanın parlak görünüşü “giriş vizesi” gibi iş görür. Lâkin gönül ülkesinde daimî ikamet almak, orada bir hâne kurmak, ancak dürüstlük ve sadâkat ile mümkündür. Yalanla alınan gönül vizesi, kısa süreli bir misafirlikten öteye geçmez; süre biter, mühür iptal olur, kalp kapıları kapanır.
Nasıl ki bir devlet, kendisine zarar verecek unsurları hududundan sokmaz; gönül de hakikatte böyledir. Yalan, gönle sızsa da kök salamadan sökülür. Doğruluk ise güven telkin eder; kalbi mamur eder, gönül ülkesinde daimî ikamet hakkı sağlar.
Kur’an-ı Kerîm’de bu hakikat şöyle dile getirilir:
Bu ayet-i kerîme, hakiki vatandaşlığın sıdkla kazanıldığını haber verir. Zîrâ doğrularla beraber olmak, bir gönül ülkesine sadâkatle bağlanmak gibidir.
21 Ekim 2025 Salı
İman; nurdan, yanıştan ve yönelişten müteşekkildir
Hülasât’ül- kelâm: Sızının olmadığı yerde sadakatten bahsedilemez.
KZ
19 Ekim 2025 Pazar
Son Dem
"Son Dem"
Yaprak döker gönül, bir bir mevsimler içinden,
Solmuş gül misali, vaktiyle coşan gençliğinden.
Rüzgâr yâr teninde bir zaman esmişse eğer,
Şimdi sessizliğin bile hatırını sorar kader.
Ay ışığı düşer pencereye, hatırat kokar,
Her çizgi bir ömürdür, alnına yazılagelir.
Ne kadar ağlasan da dönmez giden bahar,
Zamanın elinde, hatıra bile eskir.
Lâkin sabrın demir halkası kırıldığında,
Sükûtun içinden doğar en parlak nida:
"Ey gönül! Her akşamın sabahı var elbet,
Ve her yıkılış, dirilişe gebedir nihayet."
KZ
17 Ekim 2025 Cuma
Biri Yanar, Biri Döner Gider
Biri susar, biri söyler gider,
Sır gönüle inip çağlar gider.
Susanda nur parlar, sabrı çözer,
Nazla gelen, söver, döner gider.
Biri kalır, biri yollara düşer,
Kül olur nefis, dertler pişer.
Yâr olanın kalbi gülistan keser,
Ağyâr gölge gibi kaçar gider.
Biri bekler, biri demine erer,
Sabırdan gonca açar, devran döner.
Aşkın ateşi düşer ciğere,
Perde yanar, nazar biter gider.
Biri yanar, biri döner gider,
Yanan yâr, dönen ağyâr gider.
Kalan Hakk’a er olur gider,
Can cânâna varır, gerisi rüzgâr, gider.
KZ
7 Ekim 2025 Salı
Derdi Allâh Olan, Gayrı Derd Bilmez
Sönmez bu ateş, her dem açar gülistân;
Masivâdan geçen bulur her dem îmân
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
Nefs-i emmâreden geç, hevâ zenciri kır,
Teslîm ol ki cânın bulsun sekinet sır;
Nûr ola gönül, karanlık sabaha erir
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
Fenâdan bekâya varan yol bir ince sırât,
Sefer ehline açılır orda nice hayrât;
Cezbe ile sahv birleşir, olur vahdet-i lezzât
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
Cennet de nâr olur aşk olmayınca,
Nâr da gülşen olur aşk dolunca;
Bir “Âmin”e âlem secdeye varınca
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
Tecellâ-yı Cemâl cilâ verir gönüllere,
Celâl erişince kul durur edeplere;
“Lâ fâile illâ Hû” iner bütün fiillere
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
Ezelde mey sunuldu aşk kadehinden,
İçen kurtuldu gamın her zerresinden;
Cânânı bulan âşık geçti benliğinden
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
Niyâzım budur: Yâ Rabb, kıl beni pâk u sâlim,
Nefs aynasını cilâ eyle, etme beni zâlim;
Habîb’inin edebiyle daim ola hâlim
Derdi Allâh olan, gayrı derd bilmez.
KZ
3 Ekim 2025 Cuma
Gazali: Maksad-ı Aksa Şerh-i İhya Kitabından
Lâkin bu vuslat ancak marifetullah ile mümkündür. Kul, Rabbini rubûbiyyetiyle, kendisini de ubudiyyetiyle tanımadıkça hakiki kul olamaz. Zîrâ Allâh Teâlâ şöyle buyurmuştur:
İbn Abbâs’ın tefsiriyle bu ibadetin özü “li-ya‘rifûn” yani “Beni bilsinler” demektir. O hâlde ibadet, marifete; marifet de vuslata açılan kapıdır. İnsan hem nefsini hem Rabbini tanımadıkça, kulluğun hakikatine erişemez.
Bu noktada şunu da bilmek gerekir ki: Şerîatın emir ve nehiyleri, evvela avamın gönlünden hevâyı ve nefsin kabalığını çıkarmaya yöneliktir. Bu safhada şerîat, adeta bir terbiye ve tasfiye vazifesi görür. Hevâsından arınan, nefsindeki bulanıklığı gideren kimse, artık marifetullaha hazır hâle gelir. İşte bu safha, şerîatın bâtınî maksadını ortaya koyar: Marifetullah yoluyla kulun vuslata hazırlanması.
Bu ayet, kulluğun yalnızca Allah’a tahsis edilmesini; maksad-ı aksânın yani nihâî gayenin yalnızca O’na vuslat olduğunu gösterir. Ardından gelen “ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ” (Bizi dosdoğru yola ilet) ifadesi ise, bu vuslat yolculuğunun seyrini beyan eder. Yani kul, önce “yalnızca Sana kulluk ederiz” diyerek istikametini belirler; sonra da “sırat-ı müstakîme ilet” diyerek bu istikamette yürüyecek yolun talebinde bulunur. Böylece Fâtiha, kulluğun maksadını da seyrini de aynı anda tayin eder: Gaye, vuslattır; yol ise sırat-ı müstakîmdir.
İşte bu hakikatten anlaşılır ki, insan sırf yeryüzünde geçici bir düzen kurmakla değil, bütün kâinatı aşan bir yolculuğa davetlidir. Zîrâ insan, kâinatın özeti ve hikâyenin hülâsasıdır. Bütün kevn ü mekân insana hizmet için yaratılmış; insan ise Hakk’ın huzuruna varmak için yâr/edilmiştir. Âdeta bütün âlem, insanın Rabbini tanıyıp kulluğa yönelmesi için bir mukaddime mesabesindedir. Bu itibarla insanın hayatı sadece dünyada bir düzen kurma gayreti değil; bilakis “vuslat yolculuğunun sahnesi”dir.
Bu beyit, insana varlığın özü ve gözbebeği olduğunu ihtar eder. Âdemoğlu, Hakk’ın isim ve sıfatlarının aynasıdır. Ancak “zâtına hoşça bakmak”, yalnızca varlığın kıymetini bilmek değil; kendi hakikatini kullukla tanımaktır. Zîrâ kul, Rabbini bilmeden kendini bilemez; kendini bilmeyen de Rabbini tanıyamaz.
Burada “âdemsiz âlem olmaz” hitabı, kâinatın varlık sebebinin insan-ı kâmil olduğunu gösterir. İnsan ile âlem arasındaki karşılıklı aynadarlık vurgulanır. Âlem insana bakar, insan âleme bakar; her ikisi de Hakk’ın cemâline ayna olurlar. Ayna olmazsa görüntü olmaz; idrak ve müşâhede gerçekleşmez.