Göz ne şaştı ne de aştı. [1]
Başlık nicedir tefekkür ettiğim, geçenlerde yine karşıma çıkan bir Kur’an ayetidir. Hz. Muhammed’in, Rabbi’nin en büyük delilini gördüğü anı anlatmaktadır. Ayet ve ayetin devamı Peygamberin âlemlerin rabbi Allah ile yaptığı mülakatı tasvir eder. Evet, mülakat, bir işe girmek istediğimizde bile karşımıza çıkan bir hadise. Sadece belgelerimizin tam olması yeterli değildir. Gönderdiğimiz öz geçmişimizdeki deneyimlerimiz aranılan vasıflara uygun bulunduğu takdirde bizleri mülakata çağırırlar ve orada bire bir değerlendirmeye tabi tutarlar. Ayet her ne kadar göze ve görmenin düzgünlüğüne işaret etse de bir mülakatın[2] vukuu(oluşu) ortada. Mülakat varsa karşılıklı diyalog var demektir. Allah’ın kulu ve kulun Allah’ı ile olan mülakatı (konuşması) gibisi var mı? Peki, Allah’la olan bu mülakat sadece Peygamberlere mi hastır? Biz dua ettiğimizde kiminle konuşuyoruz? Ve Allah’ın ettiğimiz dualara icabet (kabul) etmesi ne anlama geliyor?
Allah ile mülakatın(konuşmak) her insanın iç âlemindeki seviyesine yani mertebesine göre değişiklik arz ettiğini düşünüyorum. Bu zaviyeden (perspektif-açı) değerlendirme yaptığımda Allah ile mülakat (konuşmak) için önce O’nu bulmak gerektiği ortaya çıkıyor ve akabinde akla şu soru geliyor: Peki, ben Âlemlerin Rabbini nerede aramalıyım? Çocukken onu camide arıyordum. Hoş hala orada arayanlar var! Bana camilerin Allah’ın evi olduğu söylenmişti. Ancak sonraları her aklı başında insan gibi orada olmadığının farkına vardım. Sonunda O’nun sadece kendinde(zatında) bulunabileceğini sezdim. O halde kendinde(zatında) olan Allah’a nasıl gidilebilir?
Kur’an-ı kerimde “Biz ona şah damarından yakınız”[3] ayeti, O’nu artık nerede aramamız gerektiğini ortaya koyuyor. Demek ki O, dışarıda aramakla bulunmaz. Allah’ın peygambere “Yere göğe sığmam mü’min(bana inanan) kulumun kalbine sığarım”[4] demesi bunun en büyük delili değil midir? Çünkü insan koskocaman evrende küçücük bir nokta misaliyken onu nasıl ve nerede bulabilir ki? Ancak, aynı insan manen öyle bir noktadır ki düşünceleri, fikirleri ve hayallerinin yanında evren bir nokta gibi kalır.
Anlaşılan yolculuğun içe yapılması gerekiyor. Bu, gün gibi ortadadır. İnsanın kendine yapacağı bu yolculuk çetin ve engebeleri olan bir yolculuktur. Çünkü bu yolda en büyük engel kendisidir. İnsanın Allah’a ulaşabilmesi için kendine yolculuk etmesi yani kendisini aşması çok trajikomik bir durumdur. Bu noktada insanın aklına kendisini ne kadar net gördüğü düşüncesi geliyor. Ama çoğu zaman insan kendini gayet iyi -net- gördüğünü sanır. Gel gelelim işin aslı öyle değildir. Dünyaya baktığımızda; gördüğümüz benlik kavgaları, savaşlar ve ölümler insanların kendilerini ne kadar net görebildiğini gösteriyor bizlere.
İnsanın öz kimliğini görebilmesinin yegâne yolu: sahte benliklerinden sıyrılmasıyla mümkündür. Kendi aldatmacalarından sıyrılması demek istediğim. İşte yolun zor yanı budur. Burada durup, kendini insanlarda araması gerekmektedir. “Kişi, kişinin aynasıdır” sözünden murat budur. Tabi ki bunu da ancak benliğinden sıyrılarak yapabilir. Benlik korkaktır. Korkak olduğu için de sahte duyguların ve hayallerin ardına saklanır. Karşımızdaki insanlara ne kadar dürüst ve net olabiliyorsak korkularımızla o kadar yüzleşmiş onlardan o kadar kurtulmuş oluyoruz demektir.
Yani ancak insanlarla olunca kendimizi tam anlamıyla görebiliyoruz ve bunun sonucu olarak ya kendimizi yeniden şekillendiriyor, değiştiriyoruz ya da gördüğümüzden memnun olmuyor korkarak kendimizi daha farklı maskelerin (sahte benliklerin) ardına saklıyoruz. Başka maskelerin ardına attığımızda yalanlarımızla kayboluyoruz. Öz şeklimize zarar veriyoruz. Böylece kendimizi başkalarında bulamıyoruz. Çünkü başkalarında oluşan benliğimiz hep sahte olduğu için onlardan aldığımız bilgi asla kendi esmamıza, asli esmamıza ve sıfatlarımıza oturmuyor. Sonuç olarak kendimizi Nas’ta(insanlar) göremiyoruz. Kişi ne zaman dürüst ve net olursa Nas’ta kendini bulur, onlarda gördüğü kendi esmasıdır yani kendi kimliğidir. İşte o zaman artık kendine bakmasını öğrenir. Kendine bakan Rabbini görür[5]. Rabbini gören hakikati bilir.[6] Bu şekilde bakan insan nereye dönerse dönsün hep O’nun yüzünü görür[7] ve onunla mülakat eder. Böyle bir göz ne şaşar ne de aşar.
KZ
Konu ile ilgili video görüntüsü
http://www.facebook.com/video/video.php?v=1434874635716#!/video/video.php?v=390912804834
[1]مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى Necm-17
[2] Lugat anlamı: Buluşma, görüşmedir.
[3]وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرٖيدِ
“Biz, ona şah damarından daha yakınızdır.” Kaf 16
[4] 40 hadis Sadrettin Konyevi sy 82 vahdet Yayınl.İst)
[5]“Kendini bilen rabbini bilir”
[6]سَنُرٖيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى الْاٰفَاقِ وَفٖى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَیْءٍ شَهٖيدٌ
“Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi?” Fussilet 53
[7]وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
“Doğu da batı da yalnız Allah'ındır. O halde nereye dönerseniz orada Allah'ın yüzü vardır” Bakara /115