1 Haziran 2010 Salı

Değişen yüzlerde değişmeyeni görebilmektir belki de aşk.

Geçenlerde bir arkadaşımla aşk üzerine yapmış olduğumuz konuşma beni ciddi düşüncelere gark etti ve kafamda beliren birkaç fikri yazarak ifade etmeye çalıştım. En başta kendi aşklarımı göz önünden geçirdim. Yıllar boyunca, hayatımın büyük bir bölümünü aşkı tanımaya, onu yaşamaya adadığımdandır; aşkın asla bencil duygular barındırmadığını çok iyi bilmekteyim. Ne olmadığını ne olduğundan daha iyi biliyorum diyebilirim.

Bütün bu düşünceler sonucunda kafamda beliren; bu evrene gelme sebebimiz olan aşkın kendimizle olan uğraşımızda kılı kırk yarmak zorunda kalmadan bedenimizde ve ruhumuzda nasıl mükemmel bir denge tahsis ettiğiydi. Genel olarak herkes gibi ben de kişilerin ilişkilerine bakıp kendim ve hayat ile ilgili bazı fikirler edinmeye çalışıyorum. Çevremdekileri birer ayna gibi görüp kendimi seyrediyorum sonra da gözlemlerimden çıkardığım ham fikirlerimi yazıya döküyorum ki, soyut olan bu fikirlerim gelişerek somutlaşsın. Bu değişimi bedene girerek somutlaşan ruha benzetiyorum.

Ruh bizzat kendisi insan değil. İnsan denebilmesi için ruhun bir bedene, maddi bir ifadeye ihtiyaç vardır. İkisinin ünsiyeti ancak insanın oluşmasını sağlamaktadır. Beden ile ruhun kaynaşması benim soyut fikirlerimin yazarak somutlaşması gibi. Ancak insanın fikirlerini yazıya dökmesi o kadar kolay olmuyor. Aslında sadece yazıya dökmek de değil gerçekten özgün bir fikir sahibi olması da aynı zorluğu barındırıyor.

Bir ressam düşünün eline son derece hâkim olarak kalemini veya fırçasını kullanır. Ya da yıllarını bileğini kullanmaya adamış bir hat üstadını düşünün. İşte fikirlerinizi yazmakta öyle bir olgudur. Gerçekte iyi yazabilmek, yazmak isteğinizle yazdığınızın birbirine uygun olmasıdır. Yani yazdığınız yazının ifadesinin soyut olan fikrinizle bağdaşması gerekmektedir. Bunu istenilen kıvama getirebilmek için çok pratik yapmalı, fikirlerinizi devamlı surette yazıya dökmelisiniz. Aksi takdirde bileğini eğitmemiş bir kişinin resim yapmadaki beceriksizliği gibi fikirlerinizi yazıya geçirmede sorun yaşarsınız.

Tabiî ki hepsinden ötesi bir de farkındalık vardır. Bir ressamın gözü ile sıradan bir insanın gözü aynı değildir. Ressamın sıradan insanlardan daha farklı bir bakışı vardır. Gördüğü detaylar elbette diğer insanlardan daha fazla olmalıdır. Bir fikri yazıya dökmeden önce bir fikre sahip olmak ve bu fikri geliştirip kafada oluşturmak en önemli safhadır. Eğer bir fikir yoksa aslında yazılacak bir şey de yoktur. Neyi, neden anlattığınızı bilmek bir bakış açısına sahip olmak belki de işin başıdır diyebiliriz. Esas konumuz, yazımızın ana fikrine yani aşka gelince, Aşk bence insanın gerçek anlamda mutlak kimliği yani özüyle olan irtibatıdır. Ve gerçekten insan aşk ile somutlaşabiliyor. Aksi takdirde devamlı ya bedeni arzulara meylediyor ve korkularının esaretine düşüyor ya ruhsal detaylara takılıyor. Ya geçmişle oyalanıyor ya gelecekle. Hâlbuki insandan istenilen her iki tarafa da hak ettiği değeri vermektir. İşte aşk kişiyi hem bedensel hazların içine atıyor hem de ruhsal. Bu anlamda aşk “gerçek insanın” –insanımsı olamayanın- somutlaşmasıdır. Tanrının bizde görmek istediği bu somutlaşmadır. Bizlerden talep edilen bu haldir. Bu hali elde etmek için maddi âleme, bu evrene gönderildik. Aslında evren yani kâinat bu aşk için yaratılmıştır. Elektronun atom çekirdeğinin cazibesine kapılıp etrafında deli bir hızla dönmesinden tutun da atom altı parçacıkların bir birinin cazibesine kapılmalarına, gezegenlerin güneşlerinin –yıldızların- çevresinde dönmesine kadar her şey bir diğer şeyin cazibesindedir. Hiçbir şey tek yaratılmamış, her şey bir diğer eşine meyledip durmaktadır.[1] İşte biz bu aşk duygusunu en iyi belki de tek -ki buna gerçekten iman ediyorum- yaşayan canlı formuyuz. Burada aşkla tanışıp evrenin nihai amacına ulaşmasını sağlamaktır gaye.

Bu hale sahip olan kişilerin karakterleri asla erozyona uğramaz. Bu şu anlama gelmektedir. Kişinin karakterinin oluşmasında üç askere - daha doğrusu “insan” olabilmesi için üç güce - ihtiyacı var. İlki varlığını sürdürebilemek için yiyip-içme ve üreme, şehvet gücüdür. İkincisi varlığını tüm tehditlere karşı koruyabilme gücüdür ki, bu gazap olarak değerlendirilir. Diğeri ise ki - bu tam anlamıyla farklı bir güçtür - İlk ikisi gibi bedene ait değildir tamamıyla bizim ruhumuzun bir özü, bir nevidir. O da neyin tehdit neyin haz olduğunu idrak eden müdrik akıl. Bu üç askere kalbimiz eşit uzaklıkta durmalıdır. Tüm bu güçlere eşit uzaklıkta duramamamız yüzünden ıstırap çekmiyor muyuz? Aşk bu dengeyi sağlayan en güçlü haldir. Kişi âşık olduğunda her üç güce eşit uzaklıkta durur. Bu da etrafımızla sağlıklı bir iletişim oluşturmamızı sağlar. Bu denge içsel adaleti bize getirir. Bu adalet gelince de kimseyi incitmez, kimseden incinmezsiniz. Çünkü bu adaletin içinde aidiyet duygusundan sıyrılmış olursunuz. Siz sadece yaşananlara şahit olursunuz. Kendinize bile şahit olursunuz. Bunun yerine size bedeninize ait duygular (şehvet ve gazap) veya ruhunuza ait bilinç (müdrik akıl) hâkim olursa aşkı yaşama şansınız olmaz. Çünkü size ait olan duygular aidiyeti, aidiyet ise bencilliği getirir. Bencil duygular içinde aşkı yaşayamazsınız. Âşık kişi aşkından bir beklenti içinde olmayan kişidir. İçinde beklenti barındıran bir sevgi asla aşk seviyesine yükselemez. Aşk sizi her şeyden arındırır. Etrafınıza bambaşka bir gözle bakarsınız.

İnsan bu kesret –çokluk- âleminde bir sürü farkla beraber kendi varlığını da fark eder. Kendini fark ettiğinde “benlik” ortaya çıkmıştır. Evreni kendi benliğinden ayrı tutar, ne zaman o “benlik”i eğiterek evrenle bütünlük hissine sahip olursa işte o zaman devamlı değişen bu evreni daha iyi gözlemleyebilir.

Tüm yüzler değişir, değişmeyen hiçbir şey yoktur. İnsanlar, hayvanlar, evren, canlı-cansız her şey devamlı bir değişim içindedir. İnsanların yüzlerinde değişen izlerde tanrının tezahürlerine bakarak değişmeyen o yegâne izi yani bizzat tanrıyı bulmaktır belki aşk. İşte her şeyin değiştiği bir evrende değişmeyeni görmek onu fark etmektir. Aslında zor gibi gözükse de bu hali yaşamak kolaydır.

KZ

[1] وَمِنْ كُلِّ شَیْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Her şeyden iki çift yarattık ki düşünesiniz (51-49)

10 yorum:

  1. çok güzel bir yazıydı,bir solukta okudum

    "her şeyin değiştiği bir evrende değişmeyeni görmek, onu fark etmektir. "
    sözü çoğu şeyi kısaca tarif ediyor aslında.
    Bu güzel paylaşı için teşekkürler ,

    Hülya

    YanıtlaSil
  2. Mevla'yı ararken Leyla'da takılıp kaldık boş yere..
    belki de AŞK dediğin, bu aramak hâliydi sadece, bulmayı bile umursamadan aramak..

    YanıtlaSil
  3. Aksi takdirde bileğini eğitmemiş bir kişinin resim yapmadaki beceriksizliği gibi fikirlerinizi yazıya geçirmede sorun yaşarsınız.) Bu benim Picasso' ya ozenip yaptigim berbat taployu hatirlatti, co guzel yazmissiniz yine,

    YanıtlaSil
  4. Sizin o tabloyu gerçekten görmek isterdim...

    YanıtlaSil
  5. Bilegime guvenmiyorum fakat kalbime guveniyorum ne cikarsa ortaya yapacam bir tablo gene insallah gormemiz nasip olur, sevgiyle kalin

    YanıtlaSil
  6. Nasıl merak ettiğimi bilemezsiniz. :)

    YanıtlaSil
  7. Değişen yüzlerde değişmeyeni görebilmektir belki de aşk. geçenlerde bu başlıkla bir yazı koymuştunuz galiba devamı olarak/kaldırmışsınız nedenini öğrenebilirmiyim?? değişik gelmişti bana üzerine düşünüyordum baktım yok yazı

    YanıtlaSil
  8. Sayın Admincim sorumu tekrarlıyorum neden neden neden???

    YanıtlaSil
  9. Sanırım bir karışıklık var. Konu ile ilgili bir yazı yazmadım. Ayrıca şimdiye kadar yazdığım herhangi bir yazımı da kaldırmadım.

    Cevabımın geç gelmesinden dolayı kusurumu affedin yolculuk esnasında yazmaya pek imkan bulamıyorum.
    saygılar...

    YanıtlaSil