Şeriat, bir
cihazı koruma amaçlı kılıfı veya kapağı gibidir. Bir
televizyonun dış ünitesi-tasarımı (kapağı) televizyonu dış
etkilerden koruduğu gibi insanların gözlerini rahatsız etmeyen,
estetik bir görünüşü de vardır. Bu noktadan baktığımızda
televizyonun içindeki devreler ve kablolar cihazın hakikatine
işarettir. Bu devreleri dışarıdan saran dış tasarım-kapak, iç
alemin, gözler önüne serilmesine mani olan, hakikati ehli olmayan
kişilere karşı koruyan şeriat misalidir.
Ne sadece
kapağa ne de içindeki devrelere "Bu televizyondur"
diyebiliriz. Çünkü temelde iki cihetin yani iç ve dış cihetin
bir araya gelerek komplike çalışmasıdır televizyon. İşte
şeriat ile hakikat arasındaki ilişki de aynen böyledir. İkisinin
(şeriat ve hakikat) birleşmesinden marifet doğduğu gibi dış
tasarımı ile devrelerini bir araya getirdiğimizde yayınlananı
seyredebilecek evsafda gerçek bir televizyon elde ederiz.
Televizyon
kullanıcısından televizyonun iç alemi olan devrelerin nasıl
çalıştığını bilmesi beklenmediği gibi şeriat ehlinin, işin
hakikatini bilmesi de beklenmez. Her işin mütehassısı ayrıdır.
Şeriatın özünü herkes idrak edemeyebilir. Ancak hakikatle
uğraşanlar şeriatın sırrını bilir. Televizyon tamircisi
devrelerin nasıl çalıştığını bilmesi gibi ehli hakikat de
şeriatın sırrına muttalidir. Şeriatın sırrına muttali olanlar
insan marifetine muttali olurlar. İnsan marifetine muttali olanlar
da onun neden ve niçin yaratıldığını yakinen idrakederler.
İmam Gazali
Hazretleri de aynı konu hakkında Ceviz ve Kabuk benzetmesini
yapmıştır. Kabuk olmasa iç kendini koruyamadığı gibi içi
olmasa kimse kabuğa itibar etmezdi. Kabuk korur, muhafaza eder.
Koruyan koruduğu şeyi saklar, gizler. Saklanan tutulur ve kolay
görünmediği için gizlenmiş olur. Hıfz kelimesinin anlamında da
saklamak, korumak ve gizlemek yatmaktadır.
Bundan
da "Şeriat, hakikati koruyor saklıyor ve gizliyor"
anlamına ulaşırız. İşte onu açan o hakikati, gizleneni ortaya
çıkaran bir bilene ihtiyaç duyulur. Herkes televizyon seyredebilir
lakin vidalarını sökerek parçalara ayıramaz. Daha doğrusu buna
yeltenmemeli.. Çünkü bir cihazı uzmanının (yetkilisinin)
dışında birisinin açması cihazı garanti kapsamının dışına
çıkarır. İşte marifet ehlinin durumu budur. Onlar şeriatı da
hakikati de bildiklerinden bir televizyon tamircisi gibi bu konuları
irdeleyebiliyorlar. Televizyonu düzgün bir şekilde açıp tamir
yapabilen bir tamirci gibi insan denen bu muamma onlarda gayb
olmuyor. Nitekim Allah Teala Hazretleri bu nevi insanların olduğunu
bizlere haber vermektedir “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime
hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak Ulul
Elbab tezekkür eder.”1.
Hikmet kelimesinin bu nevi insanlara işaret ettiğini anlamak çok
da zor bir durum değil. “Hikmet, marifettir” diyen yol ehli , hikmeti hep bir işin bidayetini, nihayetini, görünenini ve görünmeyenini tam
ve detaylı bilme olarak değerlendirmişlerdir.2
İşin aslını, esasını tam olarak bilme yetisidir ve Allah
vergisi bir durumdur.3
Böylece Hikmet, işin Şeriatini(Zahirini) ve hakikatini(Batınını)
kavrayıp tek potada eriterek marifete ulaşma olarak manada yerini
almış bulunmaktadır.
KZ
Bir diğer ifadeyle "Ehl-i Şeriat hakikatın hamileridirler." de denebilir. Aslı koruyan hakikat muhafızlarıdırlar. Ehlullah bunu bir ele benzetir. Elin dışı şeriati temsil eder, içi yani avuç ise hakikati temsil eder. Gizlemek ve muhafaza etmek istenildiğinde avucun içi kullanılır. Buna sebep dervişan arasında efendilerin avuç içlerinin öpülmesi edepten sayılır. Salik/yolcu kendi hakikatini öpmektedir filhakika.
İki peygamberin durumuyla da konumuzu izah etmişlerdir. Musa aleyhisselâm elin dışını ifade eder ve tabii olarak tenzihi (emirler ve yasaklardan oluşan) bir dini hayat görüşüne sahipken, İsa aleyhisselâm avuç içini ifade eder ve teşbihi bir dini hayat görüşüne sahiptir. Bu iki görüş Rasul-u Kibriya , Kainatın Efendisi Cenab-ı Basafa Muhammed Mustafa'da cem ve tekmil olmuş ve din-i mubin-i İslam marifet dini olarak insanlığa tebliğ edilmiştir. İşte tarikat da bu gerçeği salike/yolcuya ifşa ederek yaşatan kurumdur. Bunu da şeriat ve hakikati, marifeti elde etmek için tevhid ederek yapar. Bu marifeti tevhid etmenin yolu da ebrar olmaktan geçer. Ebrar olmak ölmeden önce ölmekle gerçekleşir. Bu insanın miracıdır. Nitekim Habib-i Kibriya Efendimiz Miraçtan geldikten sonra namaz ve diğer ahkamı tebliğ etmeye başlamıştır. Bunun anlamı şeriatın hakikatini ancak Ebrarlar(ölmeden önce ölenler) kavrayabiliyor olmasıdır.
1 يُؤتِي الْحِكْمَةَ مَن يَشَاء وَمَن يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ أُوتِيَ خَيْرًا كَثِيرًا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الأَلْبَابِ Bakara 269
2 هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ Hadid 3
3 بَلْ هُوَ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ فِي صُدُورِ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ Ankebut 49 “Bilakis o kendilerine ilim verilmişlerin sadrlarında apaçık ayetlerdir."