İnsan, cihanın hengâmesinden çekildiğinde, aslında bir boşluk aramaz. Zira boş yalnızlık, gamın ve tenhâlığın çölüdür. Lâkin meşgûl bir yalnızlık – ki Voltaire bunu « …et la solitude occupée est, je crois, la vie la plus heureuse. » (…ve meşgûl bir uzlet, zannımca, hayatların en bahtiyarıdır.) diye terennüm etmiştir – hakikatte saadetin menbaıdır. Zira o uzlet, zihnin fikirle, kalemin sözle, gönlün muhabbetle, ruhun Hak’la meşgul olduğu bir hâlettir.
Lâkin sevgili bulunmadan halvet olmaz. Uzletin içini mamur eden, gönül tahtına oturan yâr-ı hakikîdir. Gülşenîlerin dediği gibi: “Halvetin kapısı kilitlidir; anahtarı gönüldeki yârdır.” Bu yüzden, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in işaret buyurduğu üzere kalp ıslah olunmadan bütün beden ıslah olmaz. Kalp mamur ise, saray padişahı bekler; harap ise padişah oraya girmez.
Beyitte dendiği gibi:
“Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hak
Pâdişâh konmaz saraya hâne ma‘mûr olmadan.”
Nitekim kibardan (ehl-i hikmetten) biri ‘Halvetin hakikati, halk ile beraber bulunsa bile kalbin mahlûklardan boşalmasıdır.‘ diye tarif buyurur.
Bu, bizim irfânımızda “halvet der encümen”dir: cemiyetin ortasında iken bile kalbin Hak’la meşgul olması.
Demek ki Voltaire’in « …et la solitude occupée est, je crois, la vie la plus heureuse. » (…ve meşgûl bir uzlet, zannımca, hayatların en bahtiyarıdır.) dediği hâl, Frenk diyarında felsefenin diliyle, bizim diyarımızda tasavvufun lisânıyla aynı cevhere işaret eder: Hak’tan gayrıyı gönülden sürmek, sevgiliyle uzleti mamur kılmak.
KZ