Lâkin bu vuslat ancak marifetullah ile mümkündür. Kul, Rabbini rubûbiyyetiyle, kendisini de ubudiyyetiyle tanımadıkça hakiki kul olamaz. Zîrâ Allâh Teâlâ şöyle buyurmuştur:
İbn Abbâs’ın tefsiriyle bu ibadetin özü “li-ya‘rifûn” yani “Beni bilsinler” demektir. O hâlde ibadet, marifete; marifet de vuslata açılan kapıdır. İnsan hem nefsini hem Rabbini tanımadıkça, kulluğun hakikatine erişemez.
Bu noktada şunu da bilmek gerekir ki: Şerîatın emir ve nehiyleri, evvela avamın gönlünden hevâyı ve nefsin kabalığını çıkarmaya yöneliktir. Bu safhada şerîat, adeta bir terbiye ve tasfiye vazifesi görür. Hevâsından arınan, nefsindeki bulanıklığı gideren kimse, artık marifetullaha hazır hâle gelir. İşte bu safha, şerîatın bâtınî maksadını ortaya koyar: Marifetullah yoluyla kulun vuslata hazırlanması.
Bu ayet, kulluğun yalnızca Allah’a tahsis edilmesini; maksad-ı aksânın yani nihâî gayenin yalnızca O’na vuslat olduğunu gösterir. Ardından gelen “ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ” (Bizi dosdoğru yola ilet) ifadesi ise, bu vuslat yolculuğunun seyrini beyan eder. Yani kul, önce “yalnızca Sana kulluk ederiz” diyerek istikametini belirler; sonra da “sırat-ı müstakîme ilet” diyerek bu istikamette yürüyecek yolun talebinde bulunur. Böylece Fâtiha, kulluğun maksadını da seyrini de aynı anda tayin eder: Gaye, vuslattır; yol ise sırat-ı müstakîmdir.
İşte bu hakikatten anlaşılır ki, insan sırf yeryüzünde geçici bir düzen kurmakla değil, bütün kâinatı aşan bir yolculuğa davetlidir. Zîrâ insan, kâinatın özeti ve hikâyenin hülâsasıdır. Bütün kevn ü mekân insana hizmet için yaratılmış; insan ise Hakk’ın huzuruna varmak için yâr/edilmiştir. Âdeta bütün âlem, insanın Rabbini tanıyıp kulluğa yönelmesi için bir mukaddime mesabesindedir. Bu itibarla insanın hayatı sadece dünyada bir düzen kurma gayreti değil; bilakis “vuslat yolculuğunun sahnesi”dir.
Bu beyit, insana varlığın özü ve gözbebeği olduğunu ihtar eder. Âdemoğlu, Hakk’ın isim ve sıfatlarının aynasıdır. Ancak “zâtına hoşça bakmak”, yalnızca varlığın kıymetini bilmek değil; kendi hakikatini kullukla tanımaktır. Zîrâ kul, Rabbini bilmeden kendini bilemez; kendini bilmeyen de Rabbini tanıyamaz.
Burada “âdemsiz âlem olmaz” hitabı, kâinatın varlık sebebinin insan-ı kâmil olduğunu gösterir. İnsan ile âlem arasındaki karşılıklı aynadarlık vurgulanır. Âlem insana bakar, insan âleme bakar; her ikisi de Hakk’ın cemâline ayna olurlar. Ayna olmazsa görüntü olmaz; idrak ve müşâhede gerçekleşmez.
Gönlünüze sağlık. Her bir satırı gönlüme ayna oldu... Burada “âdemsiz âlem olmaz” hitabı, kâinatın varlık sebebinin insan-ı kâmil olduğunu gösterir. İnsan ile âlem arasındaki karşılıklı aynadarlık vurgulanır. Âlem insana bakar, insan âleme bakar; her ikisi de Hakk’ın cemâline ayna olurlar. Ayna olmazsa görüntü olmaz; idrak ve müşâhede gerçekleşmez.” Burada “aynadarlık” vurgusu; kulunda “an” da “anı” yaşarak kulun genişlemesine (doğumlara) açılan gizli geçit gibi:)❤️
YanıtlaSil