3 Ekim 2025 Cuma

Gazali: Maksad-ı Aksa Şerh-i İhya Kitabından

Tercüme Metin: 
Bunun açıklaması şudur ki: Biz, hem şeriatın delilleriyle hem de basîret nurlarıyla birlikte biliriz ki bütün şeriatların maksadı, halkı Allâh Teâlâ’nın huzuruna ve O’nunla buluşma saadetine sevketmektir. Ve onların buna ulaşması, ancak Allâh Teâlâ’yı, sıfatlarını, kitaplarını ve resullerini bilmekle mümkündür. İşte buna Allâh Teâlâ’nın şu sözü işaret eder: ‘Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım’ (Zâriyât 56). Yani, benim kullarım olmaları için. Ve kul, Rabbini rubûbiyyetle, kendisini de kullukla tanımadıkça kul olamaz. Dolayısıyla kişinin hem nefsini hem de Rabbini bilmesi zarurîdir.


Şerh:

Bu metinde Gazâlî Hazretleri işaret eder ki: Şerîatın gayesi, yalnızca ferdî yahut içtimaî bir nizamı tesis etmekten ibaret değildir. Asıl maksat, insanı Allâh’ın huzuruna hazırlamak ve kulun O’na vuslat sevinciyle taşınmasını temin etmektir. Bu, “saâdetü’l-likâ” yani buluşma saadeti diye adlandırılan en yüce hedeftir. Bu yüce gaye, “Maksad-ı Aksâ” yani en uzak ve nihâî hedef; aynı zamanda “Maksad-ı A‘zam” yani en büyük ve en yüce gaye adlarını da alır. Zîrâ bütün ibadetler, ahkâm, muamelât ve ahlâkî vecibelerin nihâî gayesi, kulun Rabbine vuslata hazırlanmasıdır.

Lâkin bu vuslat ancak marifetullah ile mümkündür. Kul, Rabbini rubûbiyyetiyle, kendisini de ubudiyyetiyle tanımadıkça hakiki kul olamaz. Zîrâ Allâh Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56)

İbn Abbâs’ın tefsiriyle bu ibadetin özü “li-ya‘rifûn” yani “Beni bilsinler” demektir. O hâlde ibadet, marifete; marifet de vuslata açılan kapıdır. İnsan hem nefsini hem Rabbini tanımadıkça, kulluğun hakikatine erişemez.

Bu noktada şunu da bilmek gerekir ki: Şerîatın emir ve nehiyleri, evvela avamın gönlünden hevâyı ve nefsin kabalığını çıkarmaya yöneliktir. Bu safhada şerîat, adeta bir terbiye ve tasfiye vazifesi görür. Hevâsından arınan, nefsindeki bulanıklığı gideren kimse, artık marifetullaha hazır hâle gelir. İşte bu safha, şerîatın bâtınî maksadını ortaya koyar: Marifetullah yoluyla kulun vuslata hazırlanması.

Bunun en beliğ işareti Fâtiha Sûresi’nde dile gelir:

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ
“Ancak Sana kulluk ederiz, ancak Senden yardım dileriz.”

Bu ayet, kulluğun yalnızca Allah’a tahsis edilmesini; maksad-ı aksânın yani nihâî gayenin yalnızca O’na vuslat olduğunu gösterir. Ardından gelen “ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ” (Bizi dosdoğru yola ilet) ifadesi ise, bu vuslat yolculuğunun seyrini beyan eder. Yani kul, önce “yalnızca Sana kulluk ederiz” diyerek istikametini belirler; sonra da “sırat-ı müstakîme ilet” diyerek bu istikamette yürüyecek yolun talebinde bulunur. Böylece Fâtiha, kulluğun maksadını da seyrini de aynı anda tayin eder: Gaye, vuslattır; yol ise sırat-ı müstakîmdir.

İşte bu hakikatten anlaşılır ki, insan sırf yeryüzünde geçici bir düzen kurmakla değil, bütün kâinatı aşan bir yolculuğa davetlidir. Zîrâ insan, kâinatın özeti ve hikâyenin hülâsasıdır. Bütün kevn ü mekân insana hizmet için yaratılmış; insan ise Hakk’ın huzuruna varmak için yâr/edilmiştir. Âdeta bütün âlem, insanın Rabbini tanıyıp kulluğa yönelmesi için bir mukaddime mesabesindedir. Bu itibarla insanın hayatı sadece dünyada bir düzen kurma gayreti değil; bilakis “vuslat yolculuğunun sahnesi”dir.

Şeyh Gâlib Hazretleri bu hakikati şu mısralarla dile getirir:

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen

Bu beyit, insana varlığın özü ve gözbebeği olduğunu ihtar eder. Âdemoğlu, Hakk’ın isim ve sıfatlarının aynasıdır. Ancak “zâtına hoşça bakmak”, yalnızca varlığın kıymetini bilmek değil; kendi hakikatini kullukla tanımaktır. Zîrâ kul, Rabbini bilmeden kendini bilemez; kendini bilmeyen de Rabbini tanıyamaz.

Mustafa Lütfi Filiz’in nefeslerinde de bu sır şöyle ifade edilmiştir:

Kâinata bir bak âdem çün oldu
Âdemsiz âlemler kâinat olmaz

Bu âdem âleme âlem âdeme
Oldular âyine bakansız olmaz

Burada “âdemsiz âlem olmaz” hitabı, kâinatın varlık sebebinin insan-ı kâmil olduğunu gösterir. İnsan ile âlem arasındaki karşılıklı aynadarlık vurgulanır. Âlem insana bakar, insan âleme bakar; her ikisi de Hakk’ın cemâline ayna olurlar. Ayna olmazsa görüntü olmaz; idrak ve müşâhede gerçekleşmez.

Velhâsıl, insanın hakikati bütün âlemi kuşatan bir sırdır. İnsansız âlem boş, âlemsiz insan ise idraksizdir. Bu karşılıklı tecellî, kulun Hakk’a vuslat yolculuğunun hem şehâdeti hem de rehberidir. Ve unutulmamalıdır ki vuslat yolunun anahtarı, marifetullah ve ubudiyyet şuurudur.


KZ

1 yorum:

  1. Gönlünüze sağlık. Her bir satırı gönlüme ayna oldu... Burada “âdemsiz âlem olmaz” hitabı, kâinatın varlık sebebinin insan-ı kâmil olduğunu gösterir. İnsan ile âlem arasındaki karşılıklı aynadarlık vurgulanır. Âlem insana bakar, insan âleme bakar; her ikisi de Hakk’ın cemâline ayna olurlar. Ayna olmazsa görüntü olmaz; idrak ve müşâhede gerçekleşmez.” Burada “aynadarlık” vurgusu; kulunda “an” da “anı” yaşarak kulun genişlemesine (doğumlara) açılan gizli geçit gibi:)❤️

    YanıtlaSil